31 Mayıs 2021 Pazartesi

Kıtaları Birleştiren İlk Köprü


MÖ. 512 yılında, yani tam 2530 yıl önce, Pers orduları İskit (Türk) seferine çıkarken Asya’dan Avrupa’ya geçmek için İstanbul Boğazı üzerine gemilerden bir köprü yapmışlardır.

Pers kralı I. Dareios başkent Susa’dan, günümüzde Şuş, Kuzistan, İran yedi yüz bin kişilik muhteşem ordusuyla İskitlerin üzerine bir sefere çıktı. Kalkhedon, yani Kadıköy önlerine gelen kral, Samos’lu mimar Mandrokles’den boğazı geçmek için bir köprü kurulmasını istedi.

Bunun üzerine Mandrokles Boğazın üzerinde kalıcı bir köprü kurmanın zorluğunu da görerek karşı kıyıya kadar,  bu günkü Anadolu Hisarı-Rumeli Hisarı arasına, gemileri yan yana dizip demir kanca ve kalın halatlarla birbirine bağlayarak ilginç bir teknikle kurduğu köprüyle tarihte ilk kez iki kıtayı birbirine bağlamış oldu.



 

Plastikler Neden Ekosistemi Bozar?

 Birleşmiş milletler; deniz yaşamının, her yıl okyanuslarda biriken milyonlarca ton plastik atığın “onarılmaz hasarı” ile karşı karşıya olduğunu bildirdi.

Peki ekosistemi bozan plastikler neden problemlidir?

Plastik, bilindiği gibi 60-70 yıldır hayatlarımızın içine girmiş ve kendini vazgeçilmez bir pozisyona koymuştur. Birçok plastik ürünün en büyük avantajlarından biri uzun süre dayanacak şekilde tasarlanmalarıdır. Ve şimdiye kadarki üretilen plastiklerin neredeyse tamamı hala bugün bir şekilde karşımıza çıkıyorlar.


Deniz kuşları, kaplumbağalar ve yunuslar gibi daha büyük deniz canlıları için tehlike, plastik poşetleri ve diğer artıkları gıda olarak algılamalarından kaynaklanmaktadır. Kaplumbağalar, diyetlerinin bir parçası olabilecek plastik torba ve denizanası arasında ayrım yapamaz. Bu nedenle tüketilen plastik poşetler dahili tıkanmalara neden olur ve genellikle ölümle sonuçlanır. Büyük parçalar ayrıca deniz kuşları ve balinaların sindirim sistemlerine zarar verebilir ve potansiyel olarak ölümcül olabilir. Zamanla, plastik atık yavaş yavaş parçalanır ve aynı zamanda bilim insanlarının endişelerine neden olan küçük mikro parçalara ayrılır. Bu balık için yetersiz beslenme veya açlık ile sonuçlanabilir ve insanlarda da plastik yutulmasına yol açabilir.  İnsanlar üzerindeki plastik içeren balık yemenin etkisi halen bilinmemektedir.

18 Mayıs 2021 Salı

Şamanizm Neden Ortaya Çıktı?

 

Günümüzde birçok dini gözlemlerken bu dinlerin neden ortaya çıktıklarını, nasıl ortaya çıktıklarını merak eder oldum. Dünyadaki bizim bildiğimiz din tarihinin en gerisine gittiğimizde Şamanizmi görüyoruz. Gelin bu konuya kuşbakışı bir bakalım.

İnsanların dünyada bulundukları zamandan bu yana avcılık ve toplayıcılık olmak üzere iki şekilde geçim ederlerdi. İnsanlar doğanın kaynaklarını kullanıyordu fakat hiçbir şey karşılıksız değildi. İnsanoğluna göre hayvanların da insanlar gibi ruhları vardı ve bu ruhları kızdırmanın sonuçları bazen çok ağır olabilirdi. Aldıkları her bir canı hayvan veya bitki fark etmeksizin doğadan aldıklarını ve bunun sonucunda doğayı kızdırdıklarını düşünüyorlardı. İnsanların inancına göre doğa buna şüphesiz ki bir tepki verecekti, insanlar da felaketlerden korktukları için bunun bir ortasını bulmakta mutabık kaldılar. Böyle bir ruhani ihtiyacın karşılanabilmesi için birisi gerçek dünyanın görünmeyen yüzüne seyahat edip ruhlar ve insanlar arasında bir bağ kurmalıydı. Böylelikle tarihin ilk şamanları hayvan ruhlarıyla mistik bir şekilde konuşarak av etkinliğine katkıda bulunmaya başladı ve bunun sonucunda insanoğlu dünyadaki uzun soluklu yolculuğunun büyük bir bölümünde kendisine eşlik edecek olan Şamanizm inancının tohumlarını attı. Bu dönemde şamanın görevi avın başarılı geçmesini sağlamaktı. Yardımcı ruhları sayesinde öteki dünyada yaşayan hayvanların ruhlarıyla iletişime geçerek av için izin isterdi. Bazı zamanlarda ise avcılıkta kullanılan aletleri kutsardı. Ayrıca bu hayvanların üremeleri ve korunmaları görevini de üstlenmişti. İlerleyen zaman içerisinde farklı kültürlerde av için değişik ayinler düzenlenmeye başlandı. Bazılarında şaman yardımcı ruhunu ruhlar alemine gönderir ve dünyaya ren geyiklerinin ruhlarını çağırmakla görevlendirilir başka bir kültürde ise yardımcı ruh dişi geyiklerin yanına bir erkek geyik olarak yollanır ve av için geyik nüfusunu arttırırdı. Şamanlık yerleşik toplumlara geçildikten sonra zamanla başka görevleri de içinde kapsamaya başladı. İnanca göre bahçelerde yetişen her bitki tohumunun bir tanrısı vardı. Şamanın göreviyse bu bitkilerin filizlenmesi için bitkilerin tanrılarına dua etmekti. Çünkü bu tanrıların izni alınmadıkça bitkilerin zehirli oldukları kabul edilirdi. Şamanizmin yaygın olduğu kültürlerde inançlar farklı ritüellerle can bulsa da bir şamanın asıl felsefesi genel olarak insanlar ve tanrılar arasındaki ruhani bağı temsil ediyordu.


5 Nisan 2021 Pazartesi

İHA SİSTEMLERİNDE KULLANILAN MALZEMELER

 

İHA insansız hava aracının kısaltmasıdır. Bu araçlar mayın tarama, yangın söndürme, bir yerden bir yere herhangi bir şeyin taşınması(Amazon kargoları gelecekte böyle ulaştırmayı düşünüyor.), silahlandırarak savaş alanında kullanılması gibi pek çok görevde kullanılabilmektedir.

Bayraktar TB-2 SİHA

Günümüz Türkiyesinin tabiri caizse Dünya savaş doktrinlerine yaptığı bir devrim olarak tanımlayabiliriz. İlk modern anlamda SİHA sistemleri ABD’de olsa da Türkiye de geç olmadan bu yarışa girdi. Sektöre Dünya anlamında bakarsak bu yarış içinde ciddi rakibimiz olarak Çin, ABD ve İsrail’i rakip olarak sayabiliriz. Türkiye sektöründeki SİHA sistemlerinde ise Baykar Savunma, TB-2 ve Akıncı modelleri ile ağırlığını koymuş durumda. Karabağ savaşından Libya sahillerine kadar nokta atışlarıyla, uzun havada kalma süresi ile ve ucuz maliyetiyle ünlenen Türk SİHAları, İngiltere’den Venezuela’ya kadar bir Savunma sanayii pazarı oluşmasını sağladı. Böyle bir ürünün malzemelerini de bir Malzeme Mühendisi olarak da merak ettim ve bazı dökümanlara ulaştım. Bunları şimdi sizinle de paylaşacağım.

İHA’ların şasisinin tasarımında genellikle hafif olmasından dolayı kompozit malzemeler kullanılmasına rağmen başta magnezyum ve alüminyum alaşımları olmak üzere hafif metallerin kullanımı da artmaktadır. Hatta ağırlıktan ziyade işlevselliğin önemli olduğu durumlarda çelikler, süperalaşımlar vb. malzemelerden de İHA’ların şasi kısmındaki parçalar imal edilebilir.  Alüminyum kullanılmasının en önemli avantajları dayanım ve uçuş stabilitesidir. Aracın, elektronik bileşenlerinin yer aldığı gövdenin titreşimden daha az etkilenmesi adına, bu bölgenin ana malzemesinin karbon fiber, plastik vb. gibi malzemelerden görece ağır olması istenmektedir. Metal malzemelerden tasarlanmış insansız hava araçları sayesinde uçuş stabilitesi yüksek ve görece hafif İHA’lar imal edilebilir. Gelelim havacılık sektörünün en çok kullanılan malzemesine, evet kompozitler!

Kompozit Malzemeler

Kompozit malzemeler, farklı fiziksel veya kimyasal özelliklere sahip iki (bir matris veya bir bağlayıcı ve bir güçlendirici) veya daha fazla bileşenlerden yapılmış malzemelerdir. Bu malzemeler bir araya getirildiğinde, yeni malzeme bireysel bileşenlerden farklı özelliklere sahiptir. Buradaki amaç, birinin diğerinin avantajlarıyla birlikte dezavantajlarına karşı koymak ve tersini yapmaktır. İnsansız hava araçlarda, fonksiyonel mühendislik hedefi en temel olarak, iletişim/sensör frekanslarına şeffaflık, üretim/bakım maliyeti ve dayanıklılık gibi diğer faktörlere karşı dengelenmiş en az ağırlık için mümkün olan en iyi mekanik özellikleri elde etmektir. Bu hedeflere ulaşmak için kompozitlerin kullanımı, çoğu zaman üstün özel özellikler sağladığı için doğal bir çözümdür. Yani, malzemenin birim ağırlığı başına mukavemeti veya sertliği kompozit olmayanlar ile karşılaştırıldığında daha iyidir. Bununla birlikte, kompozitlerle çalışırken göz önünde bulundurulması gereken en önemli özelliklerden biri, mukavemet gibi mekanik özelliklerinin genellikle uygulanan yükün yönüne bağlı olmasıdır.

"Honeycomb" tasarımında Karbon-Fiber Kompozit panel

İnsansız araçlarda kullanılan kompozitler iki ana gruba ayrılabilir. Metal matriks kompozitleri (MMC'ler) veya polimer matriks kompozitleri (PMC'ler) - bunlar daha sonra genellikle daha kırılgan fakat çok daha güçlü ve daha sert olan başka bir malzemenin lifleri veya parçacıkları ile takviye edilirler. Bu tür bir kombinasyonda, takviye malzemesi yüklemeyi taşır, yumuşak matris ise lifleri korumaya ve yükü etkin bir şekilde transfer etmenin yanı sıra gerekli geometriyi tutmaya yarar. PMC'ler, mukavemet-ağırlık özelliklerine ve belki de MMC'lerden daha kolay üretimlerine dayanarak, insansız sistemlerde daha yaygın olarak kullanılmaktadır.

Polimer kompozitleri En yaygın olarak bilinen PMC, tabii ki karbon fiber ya da daha uygun bir şekilde karbon fiber takviyeli polimerdir (CFRP). Bununla birlikte, birçok alternatif takviye elyafı mevcuttur ve her biri uygulamaya bağlı olarak kendi avantajlarına sahiptir. Karbon fiberlerin yanı sıra en yaygın olarak kullanılan takviyeler aramid bazlı cam, kuvars veya termoplastik liflerdir. Yayılmış karbon fiberlerin kendileri bir baz materyal olarak petrol türevli ziftten veya daha sıklıkla bir poliakrilonitril (PAN) polimerden imal edilebilir. PAN lifleri diğer elementleri yakmak ve istenen karbonu bırakmak için ısıtılır (oksitlenir ve karbonize edilir), daha sonra gerekli olan malzemenin mukavemetine ve sertliğine ilave ısıl işlemler uygulanabilir. Aramid elyafları, daha çok Nomex (bir meta-aramid) veya Kevlar (bir para-aramid) gibi ticari isimlerle bilinen çok çeşitli malzemeler içeren bir aromatik poliamide dayanır. Meta-aramid lifleri tipik olarak yüksek sıcaklık direncine sahipken, para-aramid lifleri belirli bir ağırlık için mükemmel mekanik özelliklere sahiptir. Cam elyaflar karbon lifleri ile aynı mukavemet-ağırlık performansını sağlayamayabilirler, fakat nispeten sünek ve daha ucuzdurlar.

Metal Malzemeler

Alüminyum "Honeycomb" tasarımı panel

İnsansız Hava Araçlarında tercih edilen alüminyum ve magnezyum alaşımı gibi hafif metallerin tokluğunun ve ağırlığı sayesinde tasarım açısından yüksek mukavemetli, kuvvetli hava şartlarına karşı dirençli ve istikrarlı bir İHA üretilebilir.  Kullanılan bu hafif metallerin kullanımı sayesinde İHA’nın alıcı ile verici arasındaki radyo frekans sisteminde parazite sebep olunmasının önüne geçilebilmektedir. Multikopterler dışardan gelen etkilere karşı çok hassastırlar. Bunun sebebi, havada hareketini sağlayan bileşenlerin (motor, pervane vb.) kollara ve ayaklara hareket iletme kabiliyeti ve rüzgâr yöneliminin bilinmemesidir. Bu koşullar sonucunda titreşim ve salınım hareketleri meydana gelmektedir. Oluşan titreşimin etkileri İHA’nın kollarının içi dolu kare profil olarak imal edilmesiyle giderilecektir. Titreşimin engellenmesinde bir diğer çözüm yolu ise magnezyum alaşımlı hafif metal malzemelerin çok yüksek sönümleme kapasitesine sahip olmasıdır. Kompozit malzemelerin metal malzemelere göre daha hafif olması İHA’larda kullanımını arttırmakla birlikte metal malzemelerin de İHA’ların kullanım alanlarına göre artmaktadır.


Kaynak: İnsansız Hava Araçlarında Kullanılan Malzemeler, Süleyman Çınar ÇAĞAN ve Berat Barış BULDUM

29 Mart 2021 Pazartesi

Vikingler ve Güneş saati

Bu aralar tarihi dizi merakım tuttu. Ragnarsson sağasından uyarlama olan Vikingler dizisini izlerken Vikinglerin, yol bulmak için güneş saati ve güneş taşı kullandıklarını gördüm. Vikingler Norveç’in tanıdık fiyortlarını buzlu, bilinmeyen topraklar için terk ettiklerinde, hava şartlarının merhametine kalmışlardı. Fakir toprakları yağmalama mecburiyetinde olan ve sefer masraflarını karşılamayan yağmalar onları hikayelerini duydukları zengin batı topraklarına hareket etmeye meylettirmiştir. Ancak o tarihlerde batı topraklarına açılan gemiler uygun hava şartları olmadığı zaman ya da güneş kaybolduğu zaman rotalarını şaşırırlardı. Manyetik pusulaları yoktu ve güneşte gezinmeyi zorlaştıran yoğun bulutların veya sislerin dışına çıkmanın yolu da yoktu. Ta ki güneş saati ve güneş taşını bulana kadar. Günümüzde pek de kullanımda olmayan bu saati araştırma ihtiyacı duydum. Ben Vikinglerde gördüm ancak bilinen ilk Güneş saatini Mısırlılar yapmış.

Antik güneş saati

Genel olarak rastlanan yatay güneş saati tasarımlarında dikey olarak yerleştirilmiş bir çubuğun gölgesi, yatay yerleştirilmiş bir yüzeyde günün saatlerini gösteren kadrana düşer. Güneş gökyüzünde ilerledikçe çubuğun ucunun saat üzerinde bıraktığı gölge, farklı saat çizgilerine denk gelecek şekilde hareket eder. Bu tasarımlarda çubuğun Dünya'nın dönme eksenine hizâlanması gerekir. Dolayısıyla bu tür güneş saatinin doğru zamanı göstermesi için çubuğun manyetik kuzeyi değil, coğrafî kuzeyi gösteriyor olması gereklidir. Ayrıca çubuğun yatay düzlemle yapacağı açı, saatin bulunduğu coğrafî enleme eşit olmalıdır.

Böylelikle Vikingler fakir Baltık, Rus kıyılarını yağmalamaya ayıracakları vakti İngiltere ve Fransa gibi zengin toprakları hatta ve hatta İtalyan ve Afrika kıyılarını tehdit eder konuma gelmeleriyle yağmalama fırsatını elde etmişlerdir.



5 Mart 2021 Cuma

Agincourt Savaşı

Bu savaşın ünü, önemini geride bırakmıştır. Öyle ki; Avrupa’da nice savaşlar olmuş, çoğunluğu adı tarih kitaplarına değmeyecek köyleri, taşraları ünlü etmiştir. Agincourt da bu köylerden biridir. Agincourt’un neden seçildiğini soracak olursanız, Agincourt seçilmedi. Agincourt bir kaderdi. Agincourt’da seçilen tek şey; o anki savaşacakları mevkiler oldu. Bu da kimin galip kimin mağlup olacağını seçmekte yardımcı oldu.

İngiliz uzun yaylı okçuları

Agincourt’u anlattıktan sonra bu savaşın kimler arasında gerçekleştiğini, temelinde hangi nedenlerin yattığını anlatmakta fayda var. Tarih boyunca Avrupa’da orta çağ’ın getirdiği Feodalizm yönetim sistemi, hanedanlıklar ve dolayısıyla Monarşi. Monarşi’nin devamı için varislere ihtiyaç vardı. Varisler hanedanlık soyundan gelmeliydi. Tabii genişlemek isteyen hırslı krallar için evlilik yoluyla başka bir tahtın varisi ile evlendirmek hırslı krallar için biçilmiş kaftandı. İngiliz kralları da şüphesiz bu krallardandı. İngiltere ve Fransa da hanedanlıkları arasında böyle bir evlilik yapmıştı. Bunun neticesinde de “Yüzyıl savaşları” adını verdiğimiz bir dizi İngiliz krallarının Fransız tahtı için yaptığı savaşlar başladı.

Agincourt savaşı Fransa Krallığı ve İngiltere Krallığı arasında 25 Ekim 1415’te gerçekleşen bir muharebedir. İngiltere kralları yaklaşık 116 yıldır Fransa tahtında hak iddia etmiştir. Bu yüzden bu savaşlar silsilesi “Yüzyıl Savaşları” olarak anılır. Agincourt da bu savaşlar dizisinden sadece bir bölümdür. İngiltere kralları hiçbir zaman Fransız tahtına geçmeyi başaramamıştır. Buna en çok yaklaşan da Kral V. Henry’dir. Bu savaş Kral Henry’nin saltanatını taçlandırdığı, aynı zamanda bir felaketler çağını açacaktı. Ordu büyük umutlarla Southampton Water’dan yola çıkarak Harfleur’u ele geçirmiş ve daha sonra ani bir saldırı düzenleyerek Fransa’yı savaşa sokmuştu. Bu savaştaki galibiyet, en azından Henry’nin gözünde tahtını koruması için Tanrı’nın ona verdiği desteğin bir göstergesi olacak ve hatta onu orada tutacaktı. Ordusu güçlü olsa bu kadar umutlanması anlamlı olabilirdi, ancak; Harfleur Kuşatması beklenenden fazla sürdü ve Henry’nin ordusu dizanteri yüzünden neredeyse dağılma noktasına geldi.

Harfleur savunması müthiş denebilecek seviyedeydi. Burada en büyük övgüyü garnizon lideri Raoul de Gaucourt alıyordu. Onun savunması uzun süren kuşatma günlerini tetikleyerek. Agincourt savaşı için Fransızlara daha büyük bir ordu kurmasına zaman tanıyordu, ancak bu yeterli miydi?

Harfleur nihayet ele geçirildi ve bunu Soissons’un düşüşü izledi. İngilizler Fransa’ya ani saldırı harekâtını başlattığında ordunun yalnızca yarısı yürüyebilecek haldeydi. Yine de Henry durmadı, seferden vazgeçmesi yönündeki tavsiyelere kulak asmayarak küçük, hastalıklı ordusuna Harfleur’dan Calais’e yürümelerini emretti. Henry bu emirle şunu amaçlıyordu; Fransızların kalelerini kuşatacak ekipmana sahip değildi. Köyleri yağmalarken de baskın yemesi olasıydı. Onun için tek çözüm düşmanı meydanda yenebilmekti, bu yüzden bu yürüyüşü Fransa’nın içinden geçerek yaptı. Ve Henry’nin gülünç derecede küçük ordusu 1415’te Crispin Günü’nde Agincourt düzlüğünde düşmanla karşı karşıya geldi. Ordu, hiçbir şeyin farkında olmayarak kendini efsanenin içine bıraktı.

Agincourt Muharebe haritası

Heyhat, olaylar değilse bile sayılara ilişkin güven sorunu ortadan kalkmıştır. 2005’te Yüzyıl Savaşları alanında en saygın araştırmacılardan biri olan Anne Curry etraflı tartışmaların ardından her iki tarafta da savaşan askerlerin sayısının tarihi kayıtlarda geçen sayıya yakın olduğunu bildirmiştir. Genel uzlaşı, 30.000 Fransız askere karşı 6.000 İngiliz askerin savaştığı yönündedir ve Dr. Curry bu rakamları 9.000 İngilize karşı 12.000 Fransız şeklinde düzeltmektedir. Eğer bu doğruysa, savaş tartışma yaratabilir çünkü asıl ünü iki taraf arasındaki büyük dengesizlikten ileri gelmektedir. Savaş meydanına vardıklarında meydanın bataklık olduğu anlaşılmış, ve Henry askerlerine şunu emretmiştir; atlarınızdan inin ve zırhlarınızı çıkarın. Askerler tereddüt etmiş ancak sonunda “vardır kralın bir bildiği” diyerek kralın emrine teslim olmuşlardır. Ancak bir birlik vardır ki; zırhlarını çıkarmamış bir kışkırtma aracı olarak Fransızların üzerine yürümüştür. Amaç ağır zırhlı Fransız şövalyelerini ve piyadelerini bataklığa çekmek, ki böyle de olmuştur. İngilizlerin 5000 okçusu 1000 de iyi eğitimli şövalyesi vardı, bu Fransızlarda 5000-10000 arası şövalye ve 10000-20000 arası piyadeye tekabül ediyordu. Okçular savaş meydanının yanlarına dizilmiş gelecek Fransızları bekliyorlardı. Fransızlar kışkırtılarak ağır zırhlarıyla bir gün önce yağan yağmur ile çamur olmuş toprağın üzerine hücum ettiler ve atlar kaymaya başladı, ağır zırhlı askerler dengesini kuramadı, neticesinde savaşamadılar. Henry’nin okçuları da yanlardan ok atmaya başladıklarında Fransızlar, yenilgiyi ağır bir şekilde hazmedeceklerdi. Meydanda 100-250 arasında İngiliz, 6000 de Fransız askeri ölü durumdaydı. Kalan Fransızlar dağılmıştılar. İngilizler bu zaferle Krallarının Fransız tahtının sahibi olduğunu kanıtlayacaklardı. Peki İngilizler nasıl başarmıştı? İngilizler çamurlaşmış araziyi seçerek Fransızların zırhlı avantajını kırmış sonrasında uzun menzilli İngiliz Longbowmanlerle de kanatlardan talim yapar gibi Fransız avlamışlardı. 

Nitekim Fransız Kralıyla yapılan anlaşmada da Fransa kralının kızı ile evlendi ve Fransa’nın varisi V. Henry sayılacaktı ancak V. Henry Fransa tahtını elde edemeden Fransa kralından önce öldü. Bundan 40 yıl sonra da Fransızlar İngilizleri Kıta Avrupasından kovacaklardı. İnsanlar savaşıyordu, hem bir şey uğruna hem de hiçbir şey uğruna. Sahi insanlar neden savaşıyorladı?

7 Şubat 2021 Pazar

Yönetim sistemleri - Tetrarşi

Hoş geldin sayın takipçi, bu zamanlarda beni yazmaya teşvik eden şeyin kitapta okuduklarımın araştırma isteğimi dürttüğünü ve bunun sonucunda ortaya bir yazı çıkardığımı fark ettim. Bugün de Ali Çimen’in “Büyük Ortadoğu Tarihi” kitabında gördüğüm “Tetrarşi” kavramını araştırdım ve bu bilgiden sizi mahrum bırakmamayı bir borç bilirim. Bu serimin ismini “Yönetim türleri” adı altında yayınlayacağım.

Tetrarşi, günümüzün merkezileşmiş hükümetlerinde pek görülmeyen bir yönetim sistemi. Tetrarşi aynı zamanda “Poliarşi” sınıfına girer. Tetrarşi’yi anlayabilmek için öncelikle Poliarşi’yi tanımlayabilmemiz gerekir.

Poliarşi nedir?

Poliarşi, tek kişinin yönetimi olan monarşiden farklı olarak “çok kişinin yönetmesi” anlamına gelmektedir. Diğer taraftan poliarşi kavramı, iktidar sahiplerinin düzenli ve rekabetçi seçimler yoluyla sorumlu tutulmasına dayanan demokrasiye yakın bir yönetim türü anlamında da kullanılmakta. Şimdi asıl konumuz olan Tetrarşi’ye gelelim.

Tetrarşi nedir?

Harmoni içerisinde tasvir edilmiş dört tetrark heykeli, 4. yy. Küçük Asya
Günümüzde Venedik'te bulunmaktadır.

Tetrarşi kelimesi Antik Yunan dilinden gelmektedir. Tetra: dört, archa: hükümet anlamına gelmektedir. Pratikte kelime, bir organizasyonun veya hükümetin, her bir parçayı farklı bir kişinin yönettiği dört kısma bölünmesini ifade eder.

Dört Hükümet yani dört tane monarşinin özerk bir şekilde imparatorluğun altında karar alması, daha açıklayıcı olursak iç işlerinde bağımsız dış işlerinde kıdemli İmparator’a bağlı olan 4 özerk bölgeye bölünmesidir. Bu kelime bir imparatorluğun bir dönem için hayatını kurtarmış, başka imparatorluklara da bu yolda ilham vermiştir. Bu yönetim sistemini ilk olarak Roma İmparatorluğu ortaya atmış, uygulamış ardından Sasani İmparatorluğu tarafından da rol model alınmıştır. O zaman artık bu yönetim sisteminin ortaya nasıl çıktığını, ne sebeplerle çıktığını, Roma İmparatorluğuna nasıl faydaları olduğunu tartışabiliriz. Mevzuyu yine evirip çevirip lafı çaktırmadan Roma’ya getirdik.

Roma İmparatorluğu ve Tetrarşi

Roma İmparatorluğunda Tetrarşi Dönemi

Olayın derinine inersek sizi çok sıkacağımdan endişe duyarak, size özete yakın bir yazıyla anlatmayı düşünüyorum. Şöyle ki; Roma İmparatorluğu 2. Yüzyıl’ın sonunda büyük bir iç savaşa sürüklendi. İmparatorlar kah politik oyunlarla düşürüldü, kah suikastlerle öldürüldü ya da orduları ve generalleri tarafından ihanete uğradılar. Dolayısıyla imparatorluk gün geçtikçe kan kaybediyor, istikrar yok olmakta ve halk da yönetimden umudunu kesmekteydi.

Elli yıllık bir kaos ortamından sonra generallerden biri olan Diocletianus yine aynı politik oyunlarla imparator olarak tahta oturdu. Diocletian, büyük Roma İmparatorluğu’nun imparatora suikast düzenlemeyi seçen herhangi bir general tarafından ele geçirilebileceğini (ve çoğu zaman ele geçirildiğini) anladı.

Diocletian’ın sorun çözümü, birden çok yerde bulunan birden çok yerde bulunan birden çok lider yaratmaktı. Dolayısıyla bu liderlerden birinin ölümü, yönetimde bir değişiklik anlamına gelmez. Teoride bu yeni yaklaşım, suikast riskini azaltacak ve aynı zamanda tüm imparatorluğu tek bir darbeyle devirmeyi neredeyse imkansız hale getirecektir.

286’da Roma İmparatorluğu’nun liderliğini böldüğünde, Diocletian Doğu’da hüküm sürmeye devam etti. Maximianus’u batıdaki eşi ve eş imparatoru yaptı. Her biri imparator olduklarını gösteren Augustus ünvanını aldılar. 293 yılında, iki imparator, ölümleri durumunda yerine geçebilecek ek liderler belirlemeye karar verir. İmparatorların emri iki adet Sezar’dı : doğuda Galerius ve batıda Constantius.

Bir Augustus her zaman imparatordu; bazen Sezarlara da imparator deniyordu.

İmparatorları ve haleflerini yaratmanın bu yöntemi, imparatorların Senato tarafından onaylanması ihtiyacını aştı ve ordunun popüler generallerini sivil hayatta bir mevkiye yükselmesini engellemek için ordunun gücünü dizginledi.

Roma İmparatorluğu’nun artık kontrol edilmesi çok zor olan sınırları için Tetrarşi adı verilen bir yönetim sistemini ortaya attı ve bunu devreye soktu. Bu yönetim sistemine göre Doğu ve Batı’da birer Augustus(Üst imparator) ve onların yardımcısı olarak da birer Sezar(Alt imparator) olacaktı. Diocletianus’un güçlü otoritesi altında mükemmel işleyen sistem, kendisi gönüllü olarak tahttan feragat edip, inzivaya çekilince yönetim sistemindeki düzen bozuldu.

Eğer nasıl bu sistemin bozulduğunu soracaksanız, aşağı attığım linke tıklayarak ayrıntılı olarak Roma İmparatorluğunda Tetrarşi Dönemi hakkında yazılan bu güzel dökümanı görebilirsiniz.

https://serhatengul.com/romada-dortlu-yonetim-tetrarsi/

Bu sistemin ikinci neslinde bulunan Büyük Constantine öncelikle göreve babası Constantinus yerine Sezar olarak başladı, ardından Tetrarşi dönemini bir dizi savaşla Roma İmparatorluğu’nun tek imparatoru olmasıyla bitirdi.

Tüm bu karmaşanın içinden sıyrılan Constantine (Büyük Constantine), tek başına imparatorluk tacını takmakla kalmayıp; Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal yapısını tamamen değiştirdi. Uzun süren iktidar yarışında adım adım Hristiyanlığı meşru hale getirdi ve ardından da başkenti Roma’dan Konstantinopolis’e taşıdı.

Artık yeni bir dönemin kapısı açılıyordu. Yıllarca mağaralarda saklanan Hristiyanlar artık yeryüzünde de dinlerini yaşayabileceklerdi. İmparatorluk Tetrarşi gibi bir yönetimle de çözüm bulamayınca ve eldeki toprakların bir elden yönetilemeyeceğini anlaşılınca İmparatorluğun kesin ve bağımsız bir şekilde ikiye bölüneceği anlaşıldı. Bu da şu anlama geliyordu; İmparatorluğun etki alanı küçülüyor sınırlarda yeni güçler doğuyordu. Doğudan konar göçerler akın akın karadeniz havzasında konumlanıyorlardı. Bundan 100 yıl sonra başlarına gelecek olan Tanrı’nın kırbacı Attila’dan habersiz Tetrarşi’nin ve İmparatorluğu bölmenin  dolayısıyla güçlerini bölmenin cezasını ağır bir şekilde ödeyeceklerdi.